29 Nisan 2011 Cuma

Music for Idiot(s) - vol.IX

2011 ne güzel bir yılsın sen öyle. Daha ilk çeyreğinde bile farkını gösterdin. İlk olarak geçte olsa, güçte olsa benim şehir ve yaşam formu değişikliğimi gerçekleştirdin.
Sonrasında İzmir'e attığım ilk adımdan sonra Post-Rock dünyamda en anlamlı yere sahip olan ve daha önceki konserleri bana teğet "giren" Giaa'yı izlettin.
Uzun zamandır görüşmek isteyipte görüşülemeyen güzel insanlarla görüşme fırsatı bulmamı sağladın. Sevgili wackybacky ile elde olmayan aksilikler yüzünden bir türlü görüşülemesede, yakalanan 2-3 fırsat yetti de arttı bile.

İşte o fırsatlardan biri gecen cuma günü yakalanmıştı. İkimizde birbirimizin yazmasını beklemişiz, hiçbirimiz yazamayınca görevi tamamlamak bana düştü artık.
Çok bişey söylenemiyor aslında. Ama aslında söylenebilecek bir sürü şeyde var. Nerden başlasak. Hah!
"Her şey bir toz ve gaz bulutuydu..." Yok, o kadar geriye gitmeye gerek yok tabi.
Her şey BaBaZula konser haberini duymamla başladı. Bu konser evet, cidden kaçmamalıydı. Birtakım grupların canlı performanslarının, albüm kayıtlarının çok çok üstünde olduğu konusuna daha önce kısa da olsa değinmiştim. Şüphesiz BaBaZuLa da o gruplardan biri olmalıydı.
Sevgili wackybacky bu konseri kaçırmaz diyerek hemen irtibata geçildi. Öncesinde alsancağın çimlerini ziyaret etmenin çok mantıklı olacağı konusunda da mutabık olununca, şaraplar alınıp head shot (bkz: şarabı şişeden içmek) yapılmaya başlanıldı. Yapılan sohbetin, konseri gölgede bırakacak derecede güzel olduğunu itiraf etmeden geçemicem elbet. (yeniden)


Konser başladığında ikimize de bir dumurluk çöktü. İkimizde ilk defa canlı izliyorduk ve böylesi büyüleyici bir performansla karşılaşacağımızı beklemiyorduk. En azından ben beklemiyordum.
Sahnede protest duruşlu bir grup vardı. Sürekli alttan alttan bir yerlere göndermeler yapıyorlardı. Babasız Kızlar Balosu'nda tanrıya bile göndermeler oldu. Ataerkil toplum içinde sadece birkaç simgesel konuma sahip olduğu düşünülen kadınların sözcüsü gibiydi. Tabi sadece stüdyo kaydıyla yetinmediler, söylenemeyen bir sürü şeyide sıraladılar en iğneleyicisinden.
Setliste çok hakim değildim açıkçası, son albümleri Gecekondu'dan (evet pamuk eller kredi kartlarına) çaldılar genelde. Ama setlisti bilmeye pek gerek yoktu zaten. Parçaların "işitsel olarak" hipnotik yapısına ve sahnedekilerin -artık her ne kafasıysa bilemiyorum- "görsel olarak" trip hallerine odaklanınca insanın kendinden geçmemesi mümkün değildi. Levent Akman'ın ziller üzerindeki triplerine takıldıktan sonra başka bir yöne bakamıyordum. Tabi çengiler sahneye zıpladığında dikkat falan kalmıyordu artık.
Vokalin tripleri ayrı bir etkileyiciydi ki çıkışta kendisiyle karşılaşıp ayaküstü tebriklerimizi sunarkenki mütevaziliği de çok hoştu. Sanatçı-dinleyici ayrımı yapmadan tüm samimiyetiyle kalabalığın arasına karışıyordu.
Dinleyici kitlesine baktığımda herkesin kafası ayrı bir güzeldi. Özellikle hemen yanıbaşımızdaki çiftin konser boyunca müzikle uyum içinde bir o yana bir bu yasa salınıp dans etmeleri, sevgili wackybacky'ninde direkt olarak ifade ettiği gibi insanın onları alıp direk sahneye yuvarlayası geliyordu. En ufak bir abartıya kaçmadan tamamen doğaçlama olsa da sanki o konser için çalışılmış kreografiler sergiliyorlardı.
Tabi arada olayı abartıp sahneye çıkan birtakım densizlerde vardı ama mikrofonu kafaya yemekten kurtulamadılar.
Konser sonrası eve gidip gecekondu albümlerini dinlemek istedim ama tamda beklediğim gibi hiç bi tat alamadım. Kesinlikle arada çok büyük fark vardı. O albümdeki parçaları çalınmamıştı. Tamam konser için yeniden düzenlemeler yapılmıştı mutlaka ama yok BaBaZuLa kesinlikle canlı izlenmeli. Albüm kayıtları sadece, canlı performanslarının ne kadar mükemmel olduğu farkındalığını canlı tutmaya ve bir sonraki konser için sabırsızlık derecesi arttırmaya yarar. O yüzden siz siz olun bu "POST ORYANTAL" şöleni yakalarsanız, kendinize en güzelinden bir iyilik yapıp, önce bir şişe şarabı headshot yapın, -mutlaka headshot olmalı- sonrasında konserin yolunu  tutun.
Not: Önce evlenmeye karar verip sonrasında düğün yapmaya ikna edilebilirsem şayet orkestra olarak Baba Zula'yı çağıracam.

------------------------------------------------------------------------------------------------------------


2011 bize birbirinden özel birkaç konser daha müjdeledi. Bunların başında her ne kadar düzenleme komitesi olarak rakınkoktan hiç haz almasamda, Mogwai grubunu görünce dedimki "I'm Ali Çınar, I'm Dead". İnanması güç ama bir o kadar heyecan verici bir haberdi bu. Bi aksilik çıkmazsa, ki çıkarsa bile çocuğumu kesmek pahasına da olsa o konser mutlaka izlenecek.
Mogwai'nin yanı sıra The Samuel Jackson Five, The Black Heart Procession, The Cinematic Orchestra, Arms and Sleepers, Amy Winehouse, konserleri şu an için en çok dikkatimi çeken konserler oldu. Bunların yanısıra bu yılki Unirock Fest'te Katatonia ve Opeth'i gördükten sonra hazır bir araya gelmişken Bloodbath'i oluşturmalarını diledimki işte o zaman tadından yenmez bir festivale dönüşür.
Geçen seneki kadar ses getirmese de bu yılki Sonisphere Iron Maiden atağı ile kendi şahsi görüşüm çok zayıf bir koz oynadı. Adamlar büyük olabilir ama diyorum işte, şahsi görüş. Gidersem de Mastodon için gideceğimi hiç çekinmeden açık açık söylerim. Geçen sene gitaristlerinin rahatsızlığı yüzünden son anda iptal edilmişlerdi. Yazık olmuştu.
Aklıma gelen bir diğer konser, İzmir ayağı olduğu için mutlaka gidilecek olan dahi piyanist David Hellfgot konseri. Her ne kadar biletler anasının gözü kadar olsa da, daha önce 2 defa kaçan bu konser, belki bir daha izleme fırsatımız olmayacağından, hazır burnumuzun dibine kadar gelmişken kesinlikle kaçmamalı. Eşlik etmek isteyenler şimdiden para biriktirmeye başlasın bence.
18 Mayıs Deep Purple konserini de unutmamak lazım elbette.

Daha aklıma gelmeyenleri de var gibi ama hepsine de gidilemeyeceği için sadece uzaktan bakıp iç geçirmekle yetinilecek sanırım.

Yeni albümler konusunda yine çok doyurucu bir yıla başladık. Kimileri hayal kırıklığına uğratsa da bir çoğu çok iyi çalışılmış, özene bezene yaratılmış albümler.
Radiohead beni en çok dumur eden albüm oldu. Radiohead'in yarattığı bir albüm olamazdı. Ortada gitar namına bir şey yoktu. Sanki Moby bir albüm yapmışta Thom Yorke üzerine vokal girmiş gibiydi. 2 dinlemeden sonra bir daha açamadım. Belki önyargılı davrandım, dinlesem severdim ama yok ben o Thom Yorke osursa dinlerimcilerden değilim. Tamam Radiohead'e can kurban ama yok arkadaş bu sefer olmamış.
Ama R.E.M. öyle mi? Adamlar onca yıldır çizgilerini hiç bozmadan 15ci albümlerini çıkardı. Benim çok fazla birşey söylememe gerek yok, konuşan konuşmuş zaten.
dredg, eits, twsy hakkında da yeterince şey söylemiştim zaten, onun haricinde kayda değer birde Efrim Menuck'un solo projesi vardı.
Yakından takip ettiğim Fleet Foxes'ta yeni bir albüm çıkarmış ama tam dinleme fırsatı bulamadım. Kulak ucuyla dinleyince pek bi haz vermedi ama kulaklıkla dinlemek gerekli bence, daha sonra değiniriz artık.

 ----------------------------------------------------------------------------------------------------------

  Long Distance Calling                    
Long Distance Calling (2011)                    
         (Yakın zamanda kendilerineözel olarak değinilecek)                     

Esas başlığımıza geri dönecek olursak; Post-Rock insanın kendine yakışanı dinlemesidir.

01 - Long Distance Calling - Into The Black Wide Open
02 - God Is An Astronaut - Shining Through
03 - Mogwai - Rano Pano
04 - Explosions in the Sky - Trembling Hands
05 - Maybeshewill - Critical Distance
06 - The Samuel Jackson Five - Person Most Likely To Enjoy The Taste Of Human Flesh
07 - Crippled Black Phoenix - Really, How'd It Get This Way
08 - Arms and Sleepers - Helvetica
09 - This Will Destroy You - Killed The Lord, Left For The New World
10 - Baba Zula - Hopce

2 yorum:

Alan's Psychedelic Breakfast dedi ki...

öncelikle çok teşekkür ediyorum, bu yazıya dahil olmak gerçekten çok keyifli.

akabinde yine müthiş bir toplama geldiği için mutluyum ama daha çok bana en aşina toplama olduğu için sevindim sanırım. (çekirge zıplıyor, ilerliyor:))

bu toplamada Hopçe'yi görmek çok güzel. ne de olsa kendileri "Post-oryantal" ama değil mi! :)

Long Distance Calling'e özellikle değinmek istiyorum; beni mahvetti! (abi sen n'aptın yea)

son olarak da dimitrakopulo abimize selamlar! yoksa uzayacak...:)

Coordinate of Useful Idiot(s) dedi ki...

hopce listede hiç sırıtmadı bence, aslında parçaların akışı bakımından yeri değiştirilebilir belki ama yok böyle de iyi, final olarak güzel oldu =)
esas bu yazıya dahil olduğunuzu için ben teşekkür ederim...
LDC için sonradan abi siz napmışınıza gelinecek, itinayla değinilecek.
artık evden daha sakin kafayla toparlanacak herşey...
dimitrakopulo abimize de saygılarımızı sunup daha da uzamadan bende susayım artık, uygun bir zamanda yeniden(mekan farketmez) karşılıklı uzatabilmek dileğiyle...

The World is a Deaf Machine