25 Haziran 2011 Cumartesi

higher dimensions of consciousness...


Mail adresim bu güne kadar daha güzel bir mail görmemiştir.. Aylar önce şiddetle istediğimi belirttiğim sanat eserinin siparişin sonunda verdim. Uygun bedenin stoklara gelmesini bekliyordum ve sonunda geldi. Ama yine bir sorun vardı. Sevgili toolarmy Türkiye'ye gönderim yapmıyordu. Diğer alışveriş sitelerinden ne kadar takip ettiysemde bulamamıştım.
O sorun ince bir ayar sayesinde en güzel insanlardan birinin yardımıyla da çözüldü.
Sabırsız bekleyiş başladı.
Şimdi tek sorun onu Esra'nın elinden alabilmek. =)

19 Haziran 2011 Pazar

Baroness


Uzun uzun zamandır (geçen sene) kendilerini dinleyeceğime dair kendi kendime söz veriyordum ancak bir türlü nasip kısmet olmadı. Biliyorsunuz artık tüm hayatımız mukadderat üzerine kurulacağından şimdiden kendimizi bu söylemlere hazırlamalıyız. Neyse konumuz o değil.
Baroness dikkatimi ilk olarak yüce ISIS ile beraber çıktıkları Japonya turnesinde çekmişlerdi.  Aaron Turner abimiz birilerinin elinden tutup ta Japonya'ya gezmelere götürmüşse bir bildiği vardır elbet dedim. Fakat gel görelim ne kadar aklıma gelse de dinleme fırsatım olmadı. Taa ki Long Distance Calling son albümünü çıkarıp bana "ya şu Post-Rock'ı artık biraz sek içmek gerekiyor" dedirtene kadar. Post-Rock'ın sek hali olsa olsa Post-Metal olur diyerek yola koyulmuştum. Grupları araştırırken vakt-i zamanında kısa süreli de olsa eski takıntılarımdan "Sludge" türü sürekli olarak gözüme çarpmaya başladı. Yeterince bulanık olmayan algılarımı biraz daha zorlamak adına koyver gitsin diyip bir virgül daha koyarak sludge türünü arama sekmesine ekleyiverdim.

Peki nedir bu Sludge?

İlk olarak "cici" grup Melvins tarafından (bkz: King Buzzo) temelleri atılan doom metal ile hardcore-punk karışımı distortion ve dengesiz iniş çıkışlarla dolu temposuyla, southern, stoner soslu garip karmaşık bir tür. Çamur gibi.


Sanırsam bu türle ilk olarak Crowbar'ın self-titled albümlerini dinleyerek tanışmıştım. İlk tepkim "Bu ne lan ak?" idi. Tabi öyle Metallica'dan Nothing Else Matters dinlemeye benzemiyordu. ISIS'le o ulvi tanışmadan sonra kendileri üzerinde Sludge ibaresini gördükten sonra hemen Crowbar'a bir daha göz attım ama bu sefer ISIS'in yaratmış olduğu büyüleyici etki yüzünden yine bir tat alamadım. Artık son şansları ve sanırım bi sefer kazanacaklar.
ISIS Sludge türünden etkilenen ancak onu sadece yardımcı olarak kullanan bir gruptu. Neurosis, Mastodon, Torche, Kylesa, Cult of Luna, Pelican* gibi daha bilindik(!) (kime göre, neye göre) grupları sludge etkisiyle müzik yapan diğer güzide gruplar. Post-Rock'a 2 ölçü Sludge eklenirse Post-Metal oluşur gibi bişey de söylenebilir aslında.
Sludge kendi içinde Stoner ve Southern ana olmak üzere birtakım kollara ayrılıyor. İşte bu kolların progressive tarafında Baroness durmakta.


Baroness için progressive safta duruyor dedik ancak Mastodon gibi bir grup beklemeyin elbet. Onlar apayrı bir dünyanın grubudur. Hoş geçen sene Sonispherede son dakika golü ile kaçırdık kendilerini. Bu sene pek gitme taraftarı olmadığımdan, sonisphere olayını da zirvede bırakmak istediğimden yine gitmiyor ve izleyemiyorum. Iron Maiden benim için çokta fifi ama Mastodon'u izleyemeyeceğim için üzülecem o ayrı tabi.
Baroness Mastodon kadar progressive durmasa da Mastodon'dan çok fazla etkilendiği çok açık bir şekilde belli oluyor.
Siz siz olun (burada kendilerine şiddetle önerdiğim Blue Record albümü için sevgili wackybacky'den özür diliyorum) grubu ilk albümlerinden dinlemeye başlayın. (Hoş kendileri şiddetli uyarımı çok ciddiye alıp tüm albümlerine saldırmıştı. Zeki insanın hali bir başka oluyor canım.)

Müzik dünyasına ilk girişleri 2003 yılında First albümüyle olur. Çok eski bir grup değiller ama bu girişle çok uzun ömürlü olabilecekleri yönünde iddalı olduklarını göstermişlerdir.
Şahsi kanaatim, özellikle metal dünyasında klasik heavy metal ve türevleri türünde çalışmalar yapmak artık çok fazla rağbet görmemeye başlayacak. (Bu türlerin duayenlerini saymayalım tabi) Müzik dünyasının artık daha deneysel, daha farklı, daha uç çalışmalara ihtiyacı var. İki vıcı vıcı yaparak düz kafa sallama hareketinde yorulmaya başlamıştık zaten.
Fakat Baroness ve türevlerinde tam kendimizi parçanın ritmine kaptırmışken "çat" bi yerden çok alakasız bir melodiye dönüşüp sizi dumur vaziyette bırakabiliyor. Bu yapı ilk çalışmalarda çok fazla hissedilmezken daha sonraları daha çok oturmaya başlar. Sanki albümlerinin artworkleri (o şaheserlere birazdan gelecez) karmaşıklaştıkça, detaylar arttıkça albümler içindeki parçalarda ufak ufak detaylarda artmaya başlıyor gibi oldu.
Çok fazla (hatta hiç) teknik bilgiye sahip olmasamda First albümündeki gitarların Baroness albümlerindeki en etkileyici gitarlar olduğunu söyleyebilirim. Özellikle Tower Falls parçasında daha ilk dinleme de bile akıllara çok net bir şekilde kazınabilen güzellikteler.

Vokalist John Baizley bu albümdeki vokaller ile bana çok net bir şekilde Aaron Turner'ı hatırlatırki bu bile First albümünün, kendini diğerlerinden daha fazla ön plana atabilmesinin ve dikkatimi daha fazla çekmesini sağlar. Ancak bu vokal diğer albümlerde devam etmiyor. Daha da temize kaçan vokaleler başlıyor ve bu benim gruba karşı biraz soğumama neden oluyor. Ama tam anlamıyla bir soğumanın gerçekleşmesi çok güç. Çünkü Baroness'in çamurlarından bir kere nasibimi aldım, temizlemesi o kadar kolay değil.
Zaten Baroness bir vokal grubu değil. John Baizley'in de "ben çok taşaklı bir vokalim" dercesine bir duruşu yok. Baroness enstrumantal ve teknik yapısıyla öne çıkan bir grup. Her bir elemanı kendi kafasına göre çalan ama uyumu asla kaybetmeyen güzellikteler. Bu onları yeterince etkili kılmaya yetiyor.
Bateriler için de söyleyecek çok fazla şey bulamıyorum. Kafa s.kmeyen ama ben burdayım diyebilen güzellikteler. Bazen çok fazla arka planda durur, ama parçanın en beklenmedik yerinde kendini savaş meydanına ortaya atan cengaver gibi girer. Dikkate alınasıdır, takdir edilesidir.



Grup elemanları Mastodon ile hemşehriler. Bu hemşehrilik Mastodon'un yakalamış olduğu şöhretle beraber grup içinde birçok yönden Mastodon esintisini/ilhamını bizlere hissettirmekte. Ama tam anlamıyla karşımızda bir Mastodon özentisi durumu değil tabi. Bunu söylemek onlara çok büyük haksızlık olur.
Henüz 2 (First ve Second albümlerini birleştirirsek -ki daha sonra remastered olarak yayınlanıyor- 3. bir albüm eder) stüdyo albümü yapmış olmalarına rağmen orjinal duruşlarıyla müzik piyasasında hatırı sayılır bir yer edindiler.
Sludge Metal içersinde bir Baroness-Mastodon karşılaştırması yapmak gerekirse de Mastodon'u progressive Baroness'i sludge taraftadır diyebiliriz.
Bu satırların yazıldığı esnada Mastodon'un sahneye çıkmış olması lazım. Bizde burdan dinlemekle yetinelim, ne diyelim, bir dahaki sefere artık.


Genel görüş son çıkan albüm çoğu zaman diğerlerinden daha iyidir şeklindedir. Ama bu çok büyük bir yanılgıdır. Tamam müzik grupları herzaman için bir önceki albümdeki başarının üstüne çıkmalıdır mantığı kısmen doğrudur ama o zamanda çok kasıntı çalışmalar ortaya çıkıyor.
Bu noktada benim için Baroness'in Red Album'ü, Blue Record'tan daha iyi bir seviyededir. Yine de her ikisi için First albümdeki vokaller devam etseydi demeden edemiyorum.


Grubun en çarpıcı noktalarından biri yukarda gördüğümüz artwork çalışmaları. Bu çalışmalar vokalist John Baizley'e ait. İlk albümden başlayarak incelediğimizde her albümde daha karmaşık, daha detaylı çizimler ortaya çıktığı görülüyor. Bunun albümdeki parçalarda da farkedildiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Özellikle son albüm kapağındaki ayrıntılar çok etkileyici. Kadın figürünü gayet realistik yaklaşarak çizmiş olması benim en çok dikkatimi çeken nokta oldu. Herhangi bir makyaja gerek duymuyor. "Güzel" gösterme amacı gütmemiş.

John Baizley sadece kendi grubu için değil aynı zamanda genel olarak sludge metal gruplarına da çizimler vermiş yetenek konusunda aşmış bir insan.


En üstteki artwork'un sludge ile uzaktan yakından bir alakası yoktur. Ama öylesine şükela insanlarki izlemeye ve dinlemeye doyum olmuyor. Kendileri hakkında daha detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz. Kendilerinin Baroness ile olan bu münasebetleri beni şaşırtmıştır. Ama gayette güzel bir çalışma olmuştur. Bu adam ne kafası yaşıyor böyle dedirtmeden edemiyor.

Son olarak siz siz olun bu grubu çok fazla görmezden gelmeyin. Sizi zorlarsa siz onu daha çok zorlayın. Çünkü tadı çok sonraları açığa çıkmaya başlıyor. Belki vokal konusunda biraz daha çalışmalar yapılırsa dinlenilmesi ve hazmedilmesi çok daha kolay bir grup olacaktır.

13 Haziran 2011 Pazartesi

Göte giren şemsiye açıldı. ŞEMSİYEN hayırlı olsun Türkiye

Seçim sonuçlarından sonra şu haritaya bakıp, kaba değil kelimenin tam anlamıyla doğru bir tabirle Türkiye'nin üzerine sıçılmış olduğunu görüyorum. Heralde AKp için daha güzel bir renk seçilemezdi.
Ülke boka bulanmış vaziyette artık. Ama bu sonuç kesinlikle kaçınılmazdı. Legal ya da illegal farketmez AKp yine iktidar oldu. Yasakladıkları yasaklayacaklarını teminatı oldu.

Bardağın dolu boş tarafından çok içindeki sıvının niteliği ilgilendiriyor bizi. Dolu tarafına bakarsak en azından anayasayı değiştirebilecek salt çoğunluğa sahip olamadılar. AKp kendi milletvekili sayısını kendi elleriyle azalttı aslında.Yeni seçim kanununun bunda etkisi vardı tabi. 2002de %35 ile 361, 2007de %47 ile 345 milletvekili çıkartırken bu yıl %50 ile 326 tane çıkarabildi. Yüzdelikler ve milletvekili sayıları arasında ters bir orantı var. Bunda barajı geçemeyen partilerin oylarının çok alt seviyede kalmış olmasının etkisi çok büyük. Dolayısıyla avantadan milletvekili çıkaramadı. Bağımsızların doğu illerini tekellerine almış olmaları da ayrı bir etken tabi.

%50 ciddi bir rakam. Ülke resmen ikiye bölündü. Ancak yineliyorum, bunun öyle olacağı belliydi. Hiçbir sol partinin AKp karşısında şu an için varlık gösterebileceğini sanmıyorum. Ki ülkemizde sol parti adına herhangi bir oluşumun kaldığını da sanmıyorum. AKp dağılan sağ ve muhafazakar partileri bünyesinde toplayıp güçlenen bir parti. O yüzden sağ kanattan partiler belki uzun vadede bir varlık gösterebilir. O süreçten sonra sol kanat adam akıllı kendini gerçek sol mantıkla ifade edebilirse belki kafa tutmaya başlayabilir. Ama şimdiki süreçte muhalefet olmaktan öteye gidemiyor malesef.

Gözlemlediğim kadarıyla gençlik apolitikleşmekten uzaklaşmaya başladı gibi. Yılmaz Özdil siyasetçisi olsalar da en azından ucundan birşekilde ilgileniyorlar. Bu da bir bakıma sevindirici tabi.


5 Haziran 2011 Pazar

...


"I can't tell if you are getting closer or farther away

I long for the serenity I found when I looked upon your face

Perhaps if your face could be returned to me now,

I would find it easier to recover the face I seemed to have lost

My own"



Not: Bazı "..."lar hakkında yazamazsınız. Bu bir film olur, bir müzik grubu olur, bir edebi eser veyahut bir insan. Farketmez. Ne kadar çok zorlarsanız zorlayın mümkün değil, yazamazsınız. Çok fazla cümle kurmak istersiniz ama kuramazsınız. Sorun sizde değildir. Sorun hakkında yazamadığınız "..."da. "Anlatmaya nerden başlasam, ne desem az kalır, anlatılmaz yaşanır"ın da ötesinde bir "..." bu. Bir önceki "..." kaydında olduğu, ve gelecek diğer "..." kayıtlarında olacağı gibi.

Seven six two millimeter "Full Metal Jacket"



Private Joker: Leonard, if Hartman comes in here and catches us, we'll both be in a world of shit.

Private Gomer Pyle: I am... in a world... of shit.

The World is a Deaf Machine