25 Mart 2011 Cuma

Explosions in my mind...



...ve sonunda bu senenin en çok beklenen albümlerinden birini daha kucaklamış bulunuyoruz. Kucaklamakla kalmayıp dinlerken içimize sokmak istiyoruz işitme kanallarımızdan. 
Henüz albüm resmi olarak yayınlamadı ama sızıntılar ordan oraya yayılmış durumda. Gecen gün "pilot" arkadaşımın "orfe take care, take care, take care çıkmış" nidalarından sonra çok sağlıklı bir arama yapamamıştım ama 14şubat sabahı saat 09.30 itibariyle uzun süredir aktif olmayan eits volkanı yeniden harekete geçmeye başladı. Bu seferki tahribatı hiçte azımsanmayacak derecede olacak.

Trembling Hands parçalarını ilk yayınladıklarında bi garip olmuştum tabi. Alışık olduğumuz eits tarzına pek uymuyor gibiydi, bi kere parça  3.31 gibi çok kısa süreli bir parçaydı. Çok hızlı bir giriş ve patır patır dökülüp patlayan bateri ile beni dumura uğratmıştı. Açıkçası ilk başta bi korku kapladı içimi. Lan iyi güzelde tanıtım olarak bunu vermişlerde alışkın olduğumuz eits "uyku modu" geleneği artık devam etmeyecek miydi? Köklü bir değişim olması na mümkündü, mümkünse olmasındı. Ama parçayı tek başına önyargısız bir kaç defa dinleyince "vay! fena değilmiş hani" dedim tabi.
Öncelikle albüm şurdan bir güzel illegal edinildikten sonra günün ilk kahvesiyle dinlenilmeye başlanır.

Albüm "Last Known Surroundings"in dağınık tekdüze gitar cızırtıları ile başlıyor. Parça rahatsız edici ambientiyle ilk başlarda sıksada ortalara doğru bambaşka bir şekil alıyor. Gitarlar netleşip davul yokuş aşağı kendini boşa aldıktan sonra "aha! Motorlar ısındı, yolculuğumuz şimdi başlıyor. eits bizi ışınla!" deyiverdim.
Açılış parçası sonrası ışınlandıktan sonra gelen "Human Qualities" ile esas koordinatlarında, eits boşluğunda buluyoruz kendimizi. Parçanın girişindeki sakin gitarlar ve yumuşak davullara eşlik eden arka plan ile parçanın ortalarına doğru albümün daha çok içinize girdiğini hissediyorsunuz. Daha da ilerledikten sonra artık arkanıza bakma gereği bile duymuyorsunuz zaten. Sakinlik giderek daha sert bir mizaca, farkındalığa bırakıyor kendini. Parça sonrasında gelecek olan "Trembling Hands"e hazırlanmanız için birden yükselişe geçiyorki ilk dinlediğimde korktuğum Trembling Hands, albümde kendine çok güzel bir yer ediniyor. Boş durmuyor, boşluğu dolduruyor. Sabahları işe/okula giderken uyanmak için birebir.
"Be Comfortable, Creature" benim yeni albümdeki favorim parçam diyebilirim. Hatta dedim bile. Trembling Hands'in kısa ama yoğun temposu sonrası giren mini mini minimalist gitarlar algılarda biriken bütün gerilimi çekmeye başlıyor.02.20den itibaren tüm beyninizin boşaldığını hissediyorsunuz, parça her tarafınızı sararken ismindeki "comfortable"ı gerçek anlamda yaşamaya başlıyorsunuz.
Postcard From 1952 albümdeki tüm parçaların (Trembling Hands'i saymazsak) yaptığı iniş çıkışlarda en yükseğe çıkan parçadır. Çok sakin bir girişle başlayıp 02.40larda çok derinden giren davullarla beraber gitarların "ben de burdayım" dercesine konuşturulmaya başlamasıyla beraber parça 5ci dakikadan sonra artık iyice kontrolden çıkıp bizlerin de dengesini bozmaya başlar. Sonra öyle bir yerde duraklarki gözlerinizi açtığınızda 285 numaralı otobüsünüz çoktan Konak durağına gelmiş olur ki biran önce inmeniz gerekmetedir, aksi takdirde tekrardan Buca istikametine geri dönebilirsiniz.
...ve  son olarak "Let Me Back In". Yazının başında Be Comfortable, Creature için söylediğim favori parçam budur sözünü bana geri yutturur. Yalnız öyle bir durumdurki bu son kapanış parçasını dinlediğiniz zaman kulağınızdan içeri tam anlamıyla giremez, iç kulağa ulaşamadan orta kulak bölümünde bir yerlerde sıkışır kalır. Bir defa dinledikten sonra tam özümseyemezsiniz ve o yüzden de ne oldugunu anlayamazsınız. Parçanın öyle bir yapısı vardırki, sonuna gelindiğinde bu nasıl başlıyordu deyip baştan geri açarsınız. Ve bu sirkülasyon alır başını gider. O yüzden bu parça hakkında ne söylenilse ya eksik kalır ya da abartılmış olur, en iyisi sadece dinlemeli. Ama "eitsnin bugüne kadar yapmış olduğu en güzel parçalardan biridir." cümlesini de çok rahat kurdurur ve hakeder.

Genel olarak baktığımızda albümü diğer albümlerle kıyaslamaya çalışmak çok anlamsız olur. Diğer tüm post-rock gruplarında olduğu gibi "take care, take care, take care" albümünü Eits'nin ilk albümü gözüyle dinlemek gerekir. Çünkü "The Earth is Not a Cold Dead Place" ile herhangi bir başka albümü kıyaslamaya gafletine düşerseniz, mazallah devreleriniz yanar, Error verirsiniz. O yüzden olmuşunu olmamışını boşverip iş/okul dönüşleri kendinize bir "Let Me Back In" açıp bir nebze de olsa "ana rahmine dönme" sendromunuzun  üstesinden gelin.




Yukarıdaki albüm kartonetini gördükten sonra da bu albümü en legal yoldan elde etmemek aptallık olur diye düşünüyorum. Sadece katlandığında bir eve dönüşüyor olmasından değil albümün benim gözümde gerçekten çok başarılı bir albüm olmasından dolayı alınmalı. Bu kartonette işin güzellik kısmı oluversin.

14 Mart 2011 Pazartesi

Evet inanıyorum! Tanrı vardır ve o kesinlikle bir ASTRONOT'tur!

Yine kısa bir "flashback" yapıp 2006 yılının Nisan-Mayıs aylarına geri dönüş yapalım isterim önce. O dönem hayatımda birçok dönüm noktalasının yaşandığı bir dönemdi. Gecenin bir yarısı ya da sabahın bir karşısı bir saatte internette aptal aptal gezinirken birden garip bir grup ismi gördüm "God is an Astronaut". ehuhe diye gülüp bu ne lan dedim. Hiçbir açıklama yoktu ve altında bir video vardı. Videoya tıklayınca karşıma şöyle bir şey çıktı.



İşte bu klip sonrasında hayatımda müzikal anlamda en büyük yeri edinecek türle tanışmış oldum. Müzik insanın yakışanı dinlemesi ise, Post-Rock bana en çok yakışanıdır. Her ne kadar Progressive tabanlı olsam da Post-Rock üzerime daha iyi oturdu sanki.

Giaa (bu yazılışını daha çok seviyorum) daha önceleri ülkemiz sınırları içersinde birkaç defa konser vermesine rağmen izleme şansını yakalayamamıştım. Fakat yaşanılan şehir değişikliği ilk meyvelerine vermeye başladı.

Konser için çok objektif yorumlarım olamayacak sanırım. Kafamda halen bir "Age of the Fifth Sun" melodileri çalıyor. Belkide ilk defa dinlediğim için bu kadar çok etkilendim diyecem ama diğer şehirlerdeki konserler hakkındaki izlenimleri duyup, okuduktan sonra "yok, yok cidden çok iyiydi" diyebiliyorum.
Konser başında kafam çok güzel olmadığı için üzülmüştüm ama ilk başta çalınan "Remaining Light, Fragile ve Age of the Fifth Sun"dan sonra artık hiçbir şey farketmiyordu. Kafalar yeterince güzelleşmişti zaten. Sonrasında sıralamada bir hata olabilir ama hatırladığım kadarıyla konser " Echoes, Remembrance Day, Shadows, World In Collision, Zodic, Snowfall(salı günü İzmir'e yağan kar eşliğinde dinlemenin dayanılmaz ironikliğini tarif edemiyorum), Suicide By Star (ki benim bittiğim andır) Forever Lost, Route 666 parçalarıyla devam etti. Kimi parçaları başka parçalarla karıştırmış olabilirim, ya da hiç çalınmasa bile bir tarafımdan da uydurmuş olabilirim o yüzden yamuluyorsam düzeltiniz lütfen.

Verilen o çok kısa bir ara sırasında sevgili wackybacky'nin temiz(!) hava almasına eşlik etmek için arkaya doğru yöneldiğimizde karşımıza Giaa'nın standı çıktı. Her ne kadar orjinal olmadıkları iddia edilsede üzerlerinde kültür(!) bakanlığının bandrolünün olmaması albümlere daha büyük bir çekicilik katmıştı. Zaten discographylerini almayı düşündüğüm bu çok özel grubun en beğendiğim, benim için başyapıt(dinlediğim ilk post albümü oldugu için abartmış olabilirim ama olsun o kadar) niteliğindeki albümleri "All is Violant, All is Bright" albümlerini bu konser standından almak daha bir anlamlı olacaktı ki halen jelatinini halen açabilmiş değilim.

İşte o ara o kadar kısaydıki neyseki o stand bizleri durdurdu ve biz temiz(!) hava almaya çıkamadık. Çünkü Giaa hemen geri dönüp sanırım (sanırım diyorum çünkü o anlara dair net olarak hiçbişey hatırlayamıyorum) Fire Flies and Empty Skies ile kapanışı yaparlar. Ama ne kapanıştır. Başka bir parça da olabilir, bilmiyorum, üstüme gelmeyin lütfen.

Konser bir Age of the Fifth Sun turnesi olmasına rağmen son albümlerinden daha fazla parça dinleme beklentisi içersine girmeme neden oldu. Haklı bir beklentiydi ama setlist için bişey diyemiyorum tabiki. Bir Parallel Highway ve Shining Through çok güzel gidebilirdi.

Konserde kimi parçaların kimi kısımları biraz farklı çalındı. Suicide By Star'ın finali çok güzel değiştirilmişti, hangi parçada olduğunu hatırlamıyorum ama bateristin yaptığı ataklarda alışılmışın dışında olmasından ötürü olsa gerek "oha" dedirtti.

Gruba gelen yeni klavyeci pek bi sempatikti. Gruba çok güzel adapte olmuş. Kendisini tanıtma gereği bile duymadılar ki tanıtsalarda pek birşey farketmeyecekti sanırım.

Konser beklenenden kısa sürdü eleştirelerini çok duydum. Ama adamlar daha ne yapsın. Sahnede onca efor sarfettikten sonra bırakında kısa sürsün. Gitaristin son parçalarda dişlerini nasıl sıkarak çaldığını gördükten sonra e bırakalımda kısa sürsün tadında kalsın diyorum. Çıkışta bir şahsın " çok kısa sürdü, verdiğim paraya yazık" demesi üzerine " önemli olan boyu değil, işlevi" demek istedim ama sonra kendisini astronotlara havale ettim. (sevgili wackybacky'nin dediği gibi kafam biraz daha güzel olsa ben derdim. evet bende derdim. çokta iyi güzel olurdu)


...ve son olarak o geceye ait benim için en özel parça.

The World is a Deaf Machine