17 Kasım 2010 Çarşamba

Tesadüf bilinmeyen bir mecburiyet midir?



Bundan yıllar yıllar önce gecenin en bi yarısında hangi kanal olduğunu hatırlamıyorum ama tv kanallarının birinde en uykusuz olduğum bir dönemde filmin başındaki metro sahnesinde yakalamıştım. Tabi o zamanlar ciddi biri sinema izleyicisi değildim. Oyuncular isimler falan ilgimi çekmiyor. Ancak filmin bitiminden sonra "evet hayat budur!" dedirten filmin adına bakamadığım için içime bir fil oturmuştu.

Gel zaman git zaman bu film her zaman için aklımın ucunda bir yerde sessizce bekliyordu. Ta ki güzel bir İstanbul akşamında yenilen güzel bir yemeğin ardından ( yemeği benim yaptığımı ve çok güzel olduğunu belirtip kendimi övmek istemiyorum) yapılan sohbet esnasından Benjamin Button konusu açılana kadar. Film güzeldi-değildi, oyunculuklar iyidi-değildi film uzundu, sıkıcıydı, olay örgüsü saçmaydı gibi yorumlar bir kenara filmin en çarpıcı sahnesi bence elbetteki Daisy karakterinin geçireceği trafik kazasını anlatan bölümdü. Orayı izlerken aklıma yine bu film gelmişti ancak yine bir türlü ismini anımsayamıyordum. Aklıma tek gelen şey "sarışın bir oyuncu vardı, metroyu kaçırdıktan sonra film ikiye bölünüyordu ve birinde saçını kesiyor diğerinde uzun kalıyordu falan filan.
İşte Benjamin Button'da geçen Daisy sahnesi üzerine bende bu filmin bu tanımını yaparken Nesil birden "Gwyneth Paltrow oynuyordu değil mi?" diye sorunca hemen bir ümitle kutsal sinema kaynağı imdb'ye başvurduk. Hangi yıldı, neydi, nasıldı derken karşımıza "Sliding Doors" çıkıverdi.

Film için çok fazla spoiler vermeden kısaca ve kabaca "hayatımda şunu şöyle yapsaydım böyle mi olurdu? yoksa böyle yapsaydım şöyle mi olurdu?" dedirten ve "acaba hayatın tesadüfler üzerine kurulu bir mecburi düzenden ibaretmidir?" düşüncesini yerleştiren bir yapım. Kimileri doğmatik bilgiler ışığında buna kader diyebilir, kimileri ise evren olasılıklar üzerine kuruludur ve kişinin hangi düzlemde hayatını sürdüreceği çevresel ve duygusal etmenlere bağlıdır diyebiliyor. Filmin sonu her ne kadar herşey olacağına varır kaderin önüne geçilemez gibi bir anlam taşıyor gibi görünse de bu kişinin bakış açısına bağlıdır elbet.

Filmi sadece indirmek olmazdı elbet. Bende internetten şöyle bir araştırma yapıp arşive katmak istedim. DVD kapaklarına olan takıntım üzerinde yine benim obsesyonlarım başgösterdi ve bu filmin üzerinde "Rastlantının Böylesi" yazmamalı dedim. Aradım ve gittigidiyordan orjinal kapaklı(!) bir tane buldum. Tabi ben öyle sanmışım. Adi satıcı bildiğimiz kanald sinema hedehödösünün verdiği DVDyi bana haketmediği bir fiyata kakaladı. Evet kazıklandım ancak sevilmiş götün davası olmazdı. DVDyi izleyip arşive bir güzel yerleştirdim.

Filmi izledikten bir süre sonra önüme bu sefer çok sevdiğim ve bütün filmlerini izlediğimi düşündüğüm Kieslowski nasıl olduysa "Przypadek" diğer adıyla "Blind Chance"i çıktı. Meğersem beni sarsan Sliding Doors Kieslowski'nin Blind Chance'nin aşırmasıymış. Senaryo içerik olarak farklı elbet ancak mantık aynı. Tabi sadece senaryo değil, haliyle oyunculuklar, kurgu ve Kieslowski'nin sinema dilinin çok farklı olduğunu görüyoruz. Tabi bu eksiklik biran önce giderilmeliydi ancak bu garip şehirde yaşarken film izlemek oldukça güç bir durum. Bende arşive Blind Chance'i de katıp ilk Mersin ya da İzmir ışınlanmamda höpürdete höpürdete bu filmi izleyecem.
Spoilerleri takmayıp bakındığım kadarıyla Kieslowski'nin Blind Chance'i, Sliding Doors'tan bir beden ya da daha doğru bir değişle bir paralel evren daha büyükmüş. Bununla beraber film romantik komediden çok daha toplumsal daha sert ve siyasi denilebilecek bir dile sahipmiş. Ben izleyenlerin yalancısıyım.


Şimdi Kieslowski'nin fazladan bir paralel evreni var diyoruzda bu sabah bu yazıyı yazmama sebebiyet veren sevgili noibio insanının gönderdiği Blue States'in Allies klibinde karşımıza 4 farklı evren çıktığını görüyoruz. Parça klibiyle beraber oldukça keyifli ve dinlenesi, dinletilesi bir parça. E o zaman iyisimi ben size yolu göstereyim...

Bi saniye klibi izlemeden önce son anda aklıma gelen bir "Run Lola Run" vakası vardır elbette. Az kalsın unutuyordum. Tabi biraz daha popülaritesi olan bir film olduğundan çok fazla birşey söylemeye gerek yok. Tek ekleyebileceğim nokta Run Lola Run'ın bu iki filmden ve birazdan izleyeceğiniz klipten farkı olay örgüsünün sürekli başa sarıp yeniden başlıyor olması. Ben izlemedim demeyin, her yerde var bulun bir yerden işte. Herşeyi devletten beklemeyin canım.

Hiç yorum yok:

The World is a Deaf Machine