14 Mart 2011 Pazartesi

Evet inanıyorum! Tanrı vardır ve o kesinlikle bir ASTRONOT'tur!

Yine kısa bir "flashback" yapıp 2006 yılının Nisan-Mayıs aylarına geri dönüş yapalım isterim önce. O dönem hayatımda birçok dönüm noktalasının yaşandığı bir dönemdi. Gecenin bir yarısı ya da sabahın bir karşısı bir saatte internette aptal aptal gezinirken birden garip bir grup ismi gördüm "God is an Astronaut". ehuhe diye gülüp bu ne lan dedim. Hiçbir açıklama yoktu ve altında bir video vardı. Videoya tıklayınca karşıma şöyle bir şey çıktı.



İşte bu klip sonrasında hayatımda müzikal anlamda en büyük yeri edinecek türle tanışmış oldum. Müzik insanın yakışanı dinlemesi ise, Post-Rock bana en çok yakışanıdır. Her ne kadar Progressive tabanlı olsam da Post-Rock üzerime daha iyi oturdu sanki.

Giaa (bu yazılışını daha çok seviyorum) daha önceleri ülkemiz sınırları içersinde birkaç defa konser vermesine rağmen izleme şansını yakalayamamıştım. Fakat yaşanılan şehir değişikliği ilk meyvelerine vermeye başladı.

Konser için çok objektif yorumlarım olamayacak sanırım. Kafamda halen bir "Age of the Fifth Sun" melodileri çalıyor. Belkide ilk defa dinlediğim için bu kadar çok etkilendim diyecem ama diğer şehirlerdeki konserler hakkındaki izlenimleri duyup, okuduktan sonra "yok, yok cidden çok iyiydi" diyebiliyorum.
Konser başında kafam çok güzel olmadığı için üzülmüştüm ama ilk başta çalınan "Remaining Light, Fragile ve Age of the Fifth Sun"dan sonra artık hiçbir şey farketmiyordu. Kafalar yeterince güzelleşmişti zaten. Sonrasında sıralamada bir hata olabilir ama hatırladığım kadarıyla konser " Echoes, Remembrance Day, Shadows, World In Collision, Zodic, Snowfall(salı günü İzmir'e yağan kar eşliğinde dinlemenin dayanılmaz ironikliğini tarif edemiyorum), Suicide By Star (ki benim bittiğim andır) Forever Lost, Route 666 parçalarıyla devam etti. Kimi parçaları başka parçalarla karıştırmış olabilirim, ya da hiç çalınmasa bile bir tarafımdan da uydurmuş olabilirim o yüzden yamuluyorsam düzeltiniz lütfen.

Verilen o çok kısa bir ara sırasında sevgili wackybacky'nin temiz(!) hava almasına eşlik etmek için arkaya doğru yöneldiğimizde karşımıza Giaa'nın standı çıktı. Her ne kadar orjinal olmadıkları iddia edilsede üzerlerinde kültür(!) bakanlığının bandrolünün olmaması albümlere daha büyük bir çekicilik katmıştı. Zaten discographylerini almayı düşündüğüm bu çok özel grubun en beğendiğim, benim için başyapıt(dinlediğim ilk post albümü oldugu için abartmış olabilirim ama olsun o kadar) niteliğindeki albümleri "All is Violant, All is Bright" albümlerini bu konser standından almak daha bir anlamlı olacaktı ki halen jelatinini halen açabilmiş değilim.

İşte o ara o kadar kısaydıki neyseki o stand bizleri durdurdu ve biz temiz(!) hava almaya çıkamadık. Çünkü Giaa hemen geri dönüp sanırım (sanırım diyorum çünkü o anlara dair net olarak hiçbişey hatırlayamıyorum) Fire Flies and Empty Skies ile kapanışı yaparlar. Ama ne kapanıştır. Başka bir parça da olabilir, bilmiyorum, üstüme gelmeyin lütfen.

Konser bir Age of the Fifth Sun turnesi olmasına rağmen son albümlerinden daha fazla parça dinleme beklentisi içersine girmeme neden oldu. Haklı bir beklentiydi ama setlist için bişey diyemiyorum tabiki. Bir Parallel Highway ve Shining Through çok güzel gidebilirdi.

Konserde kimi parçaların kimi kısımları biraz farklı çalındı. Suicide By Star'ın finali çok güzel değiştirilmişti, hangi parçada olduğunu hatırlamıyorum ama bateristin yaptığı ataklarda alışılmışın dışında olmasından ötürü olsa gerek "oha" dedirtti.

Gruba gelen yeni klavyeci pek bi sempatikti. Gruba çok güzel adapte olmuş. Kendisini tanıtma gereği bile duymadılar ki tanıtsalarda pek birşey farketmeyecekti sanırım.

Konser beklenenden kısa sürdü eleştirelerini çok duydum. Ama adamlar daha ne yapsın. Sahnede onca efor sarfettikten sonra bırakında kısa sürsün. Gitaristin son parçalarda dişlerini nasıl sıkarak çaldığını gördükten sonra e bırakalımda kısa sürsün tadında kalsın diyorum. Çıkışta bir şahsın " çok kısa sürdü, verdiğim paraya yazık" demesi üzerine " önemli olan boyu değil, işlevi" demek istedim ama sonra kendisini astronotlara havale ettim. (sevgili wackybacky'nin dediği gibi kafam biraz daha güzel olsa ben derdim. evet bende derdim. çokta iyi güzel olurdu)


...ve son olarak o geceye ait benim için en özel parça.

18 Şubat 2011 Cuma

That Leaving Feeling


Karar çoktan verildi, biletler alındı, valizler hazırlandı. Artık saatin 17.15 olması bekleniyor...

Çok geç oldu, güçte oldu ama sonunda oldu, olacak... 



go make all your excuses
go say all you goodbyes
but take a look in the mirror
it's the hardest one you'll ever find
all those worries and those sorrows
you can just toss them away
go find a new tomorrow
and forget about your yesterdays

Music for Idiot(s) - vol.VIII

Don't Look Back
Brighter (2005)


Post-Rock; insanın kendine yakışanı dinlemesidir.

01 - Don't Look Back - Kids Got Shadows In Their Eyes
02 - iLiKETRAiNS - Terra Nova
03 - sleepmakeswaves - OneDayYouWillTeachMeToLetGoOfMyFears
04 - Claro de Luna - Luces del Cielo
05 - Beware Of Safety - O'Canada
06 - Kingdom - .Ruina.Where Men Go To Die
07 - Three Steps To The Ocean - December 31st 1844
08 - Giardini di Miró - Connect the Machine to the Lips Tower (Be Proud of Your Cake)
09 - The Seven Mile Journey - The Catharsis Session
10 - Her Name Is Calla - The Union Into The West

16 Şubat 2011 Çarşamba

Born to be Wild!


"Easy Rider, yaşlı orospuların kocası için kullanılan bir değimdir. Pezevenk değil, ama şık gezen züppe anlamında. Çünkü rahat yolu seçmiştir. İşte Amerika'nın başına gelen budur. Özgürlük bir orospu oldu, hepimiz de rahat yolu seçtik."   (Peter Fonda, Rolling Stone, 6.9.1969)

" "Easy Rider" özgürlük hakkında değil, özgürlüğün olmayışı hakkında bir film." diye tanımlar filmini sevgili Peter Fonda. The Trip ile The Wild Angels'ın bir kombinasyonu gibidir. İçine The Glory Stomper'dan Dennis Hopper'ı ve Hell Angels on Wheels'ten Jack Nicholson'ı katarak.
Aslında Fonda ile Hopper bir daha motorsiklet filmi çekmeyeceklerine dair karar almışlardı. O dönemin John Wayne'li western furyasına benzer bir şekle girmek istemiyorlardı.
                                                                                                The Wild Angels (1966)

Ancak Fonda, gecenin bir yarısı yukardaki fotoğrafa bakarak, daha önce tüm kararlarını bir kenara atarak yeni motorsiklet, seks ve uyuşturucu içerikli filminin ilk ışıklarını görür. Sabahın 04.30'unda kafası bilmemkaçmilyonken Hopper'ı arar ve yeni bir film çekiyoruz der. Hopper'dan daha iyi bir yönetmen bulamazdı, nitekim yanılmadı da.
Hikaye motorsiklet üstünde Amerika'yı keşfe çıkan 2 motorsiklet sürücüsü üzerinden kurulmaya başlandı. Cebinde bu film için 360.000$'ı vardı. Şimdiki filmlerin gelirlerine ve getirdikleri başarıya bakarsak bu rakam çok basit gibi görünüyor. Ama şimdiki filmlerin başarılarına bakınca onlar çok ama çok daha basit duruyor.
Easy Rider, döneminin western furyasının dışındaydı belki ama genel olarak baktığımızda, Wyatt Earp ve  Billy the Kid'ten esinlenerek yaratılan karakterler, atların yerini alan motorsikler, kanunsuzluk, kötü adamlar ve Amerika'nın kendine has kültürel yapısıyla post-modern bir western yaratılmıştı.

Easy Rider'a gelmeden önce biraz daha geriye bakarsak motorsiklet filmlerinin başlangıcı olarak sanırım 1953 yapımı Marlon Brando'lu The Wild One'ı alabiliriz. The Wild One, The Wild Angels'a ilham olmış ve akabinde dolaylı olarak Easy Rider'ın çekilmesini sağlamıştır.





Easy Rider iki arkadaşın Los Angels'tan New Orleans'a uzanan yolculuklarını anlatır. Bu yolculuğu izleyenler tüm bu yolu gerçekten katetmiş gibi hissederler. Çünkü Film yapımı sırasında tüm bu yol gerçekten katedilir. Filmdeki oyuncuların büyük bir çoğunluğu bir benzin istasyonunda tanışılan kamyoncular, bir kafede rastlanan bir kasaba şerifi, kalabalık ailesiyle yaşayan bir çiftçi kısacası gerçek yaşamın kendisidir. İşte bu sebepten dolayı Easy Rider gerçek yaşamı temsil eder.

Easy Rider özgürlük hakkında değil, özgürlüğün "olmayışı" hakkında bir filmdi. Uzun saçları, deri kıyafetleri, motorsikletleri, otları ve bilumum aykırılıklarıyla özgür yaşamı temsil eden insanlar gibi görünüyorlardı. Fakat
toplum kendinden olmayanı ya kendine benzetmeye çalışır, ya da yok eder.

Filmin sinemalarda gösterildiği dönemlerde Amerika'da mühafazakar kesimin çoğunlukla yaşadığı bölgeler (bizim ülkemizde Konya'da gösterildiğinin düşünün) filmin son sahnesinde seyirciler ayağa kalkarak kamyoncuyu alkışlamışlardır.
Peki bu halkın özgürlüklerini yaşamak isteyen insanalara karşı olan nefretinin sebebi nedir? Kendinden olmayana gösterilen bu karşıt tavır nedendir?
Sanırım bunun cevabı sahip olamadıkları özgürlüğe sahip olan insanlara karşı yaşadıkları kıskançlık duygusu. Bu farkında olmadıkları bir davranış, çünkü dogmatik bilgilerin yıkadığı beyinleri davranışlarını kontrol altına alırken, bilinçlerine bu davranışları neden yaptıklarına dair bilgileri göndermiyor. Hal böyle olunca, kendilerinden olmayan o kişiyi ya kendilerine benzetmeye çalışıyorlar, ya da yok ediyorlar.

Film Vietman savaşının yaşandığı dönemde çekilmektedir. Filmin başlarında kokaini satmak için gidilen havaalanı sahnesinde, havaalanının hemen  yanındaki tren yolundan tanklar ve kamyonlar Vietnam'a doğru gidiyordu. Fonda bu görüntü karşısında tankların geçişini filme sokmanın fiilmin vermek istediği mesajla pek uyuşmayacağını düşünüp sonrasında paraları plastik tüplere doldurarak Amerikan bayrağı şeklindeki benzin deposuna sokarak filmdeki en güzel, en protest mesajlardan birini bayağı üstü kapalı bir şekilde vermiştir.

Fuck the flag with money!

Easy Rider çekimleri sırasında 1 kilodan fazla esrar içilmiş ve acid sahnelerinde gerçek acid kullanılmış. Bu güzel kafalarda hiç bir senaryo, hiç bir plana sadık kalmadan tamamen doğaçlama diyaloglar oluşmasını sağlamış. Fonda'da bir itirafta bulunarak filmde gerçek esrar kullanmalarının filmin dürüstlüğünün ve gerçekliğinin bir ölçüsü olarak değil satma amaçlı bir reklam numarası olarak kullandıklarını söyler ve ekler "Ayrıca canımız öyle istedi, çünkü eğlenceliydi de."
Mezarlıkta çekilen acid sahnesindeki tripler ve tepkiler esnasında Peter Fonda'nın 10yaşında intihar eden annesine bir isyanını yakalarlar. Montaj esnasında kafalar yerine geldiğinde sahneyi gören Hopper Fonda'nın itirazlarına rağmen bu sahneyi mutlaka filmde kullanmak ister, çünkü çok doğal ve gerçekçidir. Wyatt karakterinin film boyunca gösterdiği soğuk ve sessiz yapının bir dışavurumudur.
Bu sahne içersinde Wyatt bir noktada "shut up" der. Bu "shut up" kameraman ile Hopper arasıdaki sahneyi hangi açıdan çekeceklerine dair tartışma esnasında Fonda'nın verdiği doğal bir tepkiydi. Yine montaj esnasında farkedilince özellikle kalmasını istemişler.

Filmin en fazla ön plana çıkan noktası elbetteki müzikleridir. Her biri birbirinden kült, birbirinden güzel 10 parça, filmle beraber öylesine bir uyum içersindedirki sadece soundtracki dinlerken bile filmi yeniden ve yeniden izlemiş olmanın tadına varabiliyorsunuz.
Aslında müzikler filme eşlik etmiyor, film müziklere eşlik ediyordur. Filmin sahneleri müzikler üzerine çekilmiş gibidir. Stephenwolf, Jimi Hendrix, The Byrds, Roger McGuinn ve diğerleri... Soundtrackler arasında en fazla öne çıkar parça filmle de özdeşleşmiş olan Born to be Wild'tır. Ancak benim favorim kesinlikle aşağıdaki parçadır.


Film Bob Dylan'ın It's Alright Ma parçasıyla bitirmek isteyince filmin sonunu beğenmeyen Dylan ile Fonda ve Hopper arasında şu tartışma geçer.

<Filmde hatalar varsa, onlar benim ve Dennis'in hatalarıdır. Kimse bize bir şeyi zorla kabul ettirmedi. Film tam istediğimiz gibi oldu. Filmin sonunda seyirciye hiç ümit vermiyorum. Bay Zimmerman dedi ki; "bu yanlış, onlara ümit vermelisin." Ben, "tamam Bob, nedir fikrin söyle" dedim. Dedi ki, "bence filmin sonunu yeniden çekin; Fonda motorsikletiyle kamyona çarpsın ve kamyon havaya uçsun". Dennis, "olmaz, bana şarkını ver Bob." dedi. O da "siz şarkıyı kullanmasanız ve başka bir film yapsak nasıl olur?" dedi. Dennis, "hayır, hayır, başka bir film yapmasak da, şarkıyı kullansak nasıl olur?" dedi. "Şarkı fazla iddalı" dedi Bob. Dedim ki, "doğmakla iştigal etmeyen, ölmekle iştigal eder"... "Boşver sen onu, benim yeni albümümü dinledin mi? Tamamıyla yeni bir numara, onlara sevgi vermeliyiz". Bunun üzerine, "orasını anlıyorum, onları sevmen lazım ama onlara sevgi veremezsin"... Düşünüyorumda Dylan haklı gibi. Birçok kişi durmadan, "Dylan haklı. İnsanlar umutsuz, olumsuz mesajlar veremezsin diyor. Öte yandan onlara sevgide veremezsin. Krishnamurti  bu konuyu işaret etmişti. Onlara birşey veremezsin. Onlar almalılar, aksi halde hiçbir şey olmaz. Özgürlük ikinci elden bir bilgi olmaz.>
                                                                                                     (Peter Fonda, Rolling Stone, 6.9.1969)


Easy Rider Dylan'ın gözünden bitirilmiş olsaydı, şu an bende yarattığı etkiyi yaratmazdı. Şu an bunları yazmazdım bile. İş yaşantısına başlayana kadar uzattığım saçlarımın hiç bir anlamı olmazdı. Ama Easy Rider bana bir duruş kazandırdı. Hiçkimse beni kendi özgürlüğümü yaşamaktan alıkoyamazdı. Ne sokak ortasında şahsıma doğrudan ya da dolaylı olarak yapılan hakaretler, ne aile içersindeki alaycı yaklaşımlar ne de gittiğim devlet dairelerinde görmezden gelinmeler.
Fakat gel görelim 657 sayılı devlet memurları kanunun kılık kıyafet yönetmeliği gereğince "Saçlar, kulağı kapatmayacak biçimde ve normal duruşta enseden gömlek yakasını aşmayacak şekilde uzatılabilir, temiz bakımlı ve taranmış olur." hükmüne uyulması gerektiğinden özgürlüğümüze uzun bir ara vermek zorunda kaldık.

Üniversite döneminde topluluğun bana verdiği ulvi bir görev (film gösterimi) dahilinde Easy Rider'ı mutlaka göstermem gerekirdi. Amma ve lakin ve malesef psikolojik filmleri A Clockwork Orange, ve One Flew Over the Cuckoo's Nest'ten öteye gidemedikleri için bu film çok fazla bir anlam ifade etmeyeceklerdi onlar için. Tabi benim zerre kadar umurumda değildi. Nitekim filmin ilk 30dksında oflayıp poflamalar eşliğinde giden seyir, kimin yaptığını bulamadığım bir saboteye uğrayıp, filmin henüz başında elektrikler bir anlık kesilince salon ışık hızıyla boşalmıştı. Bende üniversite duvarlarına astırdığım Easy Rider Gösterimi afişlerimle yetindim. Onları asabilmek bile güzeldi.

Yazımızda son sözü Jack Nicholsan ve Dennis Hopper'a bırakmak istiyorum.

George Hanson: Biliyor musun? Bu ülke eskiden çok güzeldi. Şimdi ne olduğunu bir türlü anlayamıyorum.

Billy: Şimdi herkes tavuk sahibi oldu. İşte olan bu. İkinci sınıf bir otele bile almazlar bizi. Yani ikinci sınıf bir motele, anlıyor musun? Boğazlarını keseceğimizi sandılar, korktular.

George Hanson: Onlar senden korkmadı. Onlara ifade ettiğin şeyden korktular.

Billy: Onlara ifade ettiğimiz tek şey saç traşı olmamız gerektiğiydi.

George Hanson: Hayır, hayır. Onlara ifade ettiğin şey özgürlüktü.

Billy: Özgürlüğün nesi var, bütün bunlar özgürlük demek.

George Hanson: Oh evet, doğru. Hepsi bu. Fakat konuşmak ve olmak, bunlar farklı şeyler. Markette alınıp satılırken insanın özgür olması zordur. Sakın kimseye onun özgür olmadığını söylemeye kalkma, yoksa seni öldürerek ya da sakat bırakarak bunu isspatlamaya çalışacaktır. Soluk almadan sana kişisel özgürlük hakkında saatlerce saatlerce saatlerce vaaz vereceklerdir. Ama karşısına özgür biri çıkınca bundan korkarlar.

Billy: Evet ve onlar korkup kaçmıyorlarda.


George Hanson: Tehlikeli hale geliyorlar. Kabız oluyorlar.


George Hanson: Sen hiç geceyarısı kurbağalarla konuşur musun?


Billy: Yok, genelde konuşmam.


George Hanson: Konuşmaz mısın!?


Billy: Yok abi, konuşmam.


George Hanson: Ben ne yapardım biliyor musun?


Billy: Ne yapardın?


George Hanson: Gece yarıları kurbağalarla hiç konuşmazdım, bu çok aptalca bir şey.


Billy: Sen uçmuşsun dostum... :)



15 Şubat 2011 Salı

Beni çıldırtma hakkını insanlardan geri almalıyım.




İnsanın tanrıya olan inancını kaybetmesinden daha kötü olan bir şey varsa, o da insanlığa olan inancını kaybetmesidir.

11 Şubat 2011 Cuma

Music for Idiot(s) - vol.VII

Arms and Sleepers
Matador (2009)


01 - The Cinematic Orchestra - To Build A Home
02 - Et Ret - It Was Pure Folly
03 - Mono - Since I've Been Waiting For You
04 - Arms And Sleepers - Twentynine Palms
05 - Mogwai - Take Me Somewhere Nice
06 - Hammock - You Lost the Starlight in Your Eyes
07 - Rökkurró - Hún
08 - The Album Leaf - Over The Pond
09 - Amiina - Rugla
10 - Sigur Rós - Von

3 Şubat 2011 Perşembe

...


"If you come to me at this moment,

Your minutes will become hours,

Your hours will become days

And your days will become a lifetime."

The World is a Deaf Machine