20 Ekim 2010 Çarşamba

Music for Idiot(s) - vol.II


Bir God's Pee! yazısından sonra ikinci bir toplama yapmak farz olmuştu. Arşivin derinliklerine inip nacizane bir albüm daha yaptım siz saygıdeğer Idiot(s) camiasına. Parça süreleri ve boyutları çok uzun ve büyük olduğundan birçok gruba yer veremedim ancak ilerleyen zamanlarda yeniden bişeyler toparlarız. Bunlar şimdilik Akli dengenin sarsılması için yeterli zaten.

Post-Rock; insanın kendine yakışanı dinlemesidir.

01 - Godspeed You! Black Emperor - Moya
02 - (The) Slowest Runer (In All The World) - As the Sea Swells She Bleats and Moans Like a Goat in Heat
03 - World's End Girlfriend - We Are The Massacre
04 - A Silver Mt. Zion - Sit In The Middle of Three Galloping Dogs
05 - Hṛṣṭa - Swallow's Tail
06 - The Ascent of Everest - Alas! Alas! The Breath of Life!
07 - Crippled Black Phoenix - Goodnight, Europe
08 - Mono - Yearning

18 Ekim 2010 Pazartesi

Godspeed You! Black Emperor



Kurulmalarının üzerinden çok zaman geçti, dağılmalarının üzerinden de öyle, derken bir süre önce halen inanamadığım bir haber ile yeniden toplandıklarını öğrenmiştim. Ancak biz yazmaya yeni başladık, neyseki acelemiz yok.
Ancak şöyle bir sorunumuz var. Yazmaya yeni başladık evet ama bu grup hakkında ne yazılabilir? Bu grup hakkında ne yazılamaz? Ya da ne yazsak az kalır?
Tüm bunlar birer sorunsal evet. Zaten esasında grubun kendisi başlı başına bir sorun değil mi? Aslında bu gruba dair yazıyı saygıdeğer bir dostum yazmalı idi. Onun ne yazılıp ne yazılamayacağı hakkında daha doğru kararlar vereceğine eminim. Fırsat bulduğumuz bir vakit kendisininde uygun görmesi halinde bir güncelleme olayına gideriz umarım.

Benimki bir nevi kulaklarımız gönüllerimiz bayram etsin ya da cenaze namazında saf tutarak merhumu nasıl bilirdiniz sualine cevap vermek. Daha çok ana, yan, orta, paralel ve bilumum projelerine değinmek. Belkide bununla beraber birkaç güzellik yapmak.

Bir yerden başlamak gerekiyor artık.

Montrealin bağrından çıkmış olan bu insanüstü canlılar topluluğu nerden esmiş bilinmez isimlerini Japon motorsiklet çetesi Goddo supiido yuu! Burakku emparaa dan almışlar. Sanki herşeyleri normaldi de isim babaları anormal geldi. Bōsōzoku adı verilen bu ergen çeteler, modifiye motorsikletleri ile ortalığı birbirine katan, ondan öte acaip motorsiklet sesleri ile kafalarda fil seviştiren tiplermiş. Bakın işte bu noktada Godspeed You! Black Emperor'un isim için neden bu çetelerden esinlediği konusunda bir çıkarıma varabiliriz. Ama grup filleri hem beynimizde hem kalbimizde grupça seviştirmekte.

 Yönetmeni lazım değil 1976 yapımı bir belgeselde bu çete ve yaptıkları ile ilgili bilgiler verilmekte. İlk güzelliğimizi yapmanın zamanı geldi sanırım. Filmin altyazısını bulamadım ancak kendi üstünde ingilizce altyazısı var. Ya da boşverin yazıyı falan Japonca güzel dildir.

Grup elemanlarını sağ baştan saymaya başlarsak kalabalık bir orkestra ile karşılaşırız. 8 kişilik bu orkestranın şefi konumunda görünen Efrim Menuck denilen şahsiyetten başlamak en doğrusu olur sanırım. Kendisi her seferinde benimde değindiğim şef, lider, kurucu konumlamalarından nefret etmekte ve kabul etmemektedir. Tamam mütevazisin anlıyoruzda garip karizman ile grupta en fazla ön plana çıkan elemansın şimdi bunuda kabul etmek lazım. Ama tabi gruptaki diğer elemanların diğer projelerine değineceğimiz zaman olayın sadece garip karizmayla sınırlı olmadığını görecez. Abimin garip karizması rivayete göre kendilerine havalimanında grupça bir terörist muamelesine uğramalarına neden olmuş. Efrim abimin nur yüzüne bakıp iki rekat namaz kılası gelir insanın ne teröristi hayret bişeysiniz.

Efrim GY!BE grubunu darmadağın ettikten sonra rivayete göre ölen köpeğine ağıt yakmak için A Silver Mt. Zion projesini kurar.
Bu noktada GY!BE un dağılması aslında beni üzmez, iyiki dağılmış lan bile diyebilirim. Çünkü bu adamlar Voltran gibiler. Her bir parçası 10 kaplan gücünde adamlar.
Grubun beyni gibi görünen Efrim'i bir kenara bıraktıp Mike Moya'ya odaklanmak gerekiyor bence. GY!BE sonrası yaptığı çalışmalara bakınca ne kadar süpersonik bir adam olduğunu görüyoruz. Öyleki bir HṚṢṬA'ya kulak verince ne derece tehlikeli bir adam olduğunu anlayabiliyoruz. Set Fire To Flames daha çok plana çıkmış gibi görünse de benim şahsi tercihim HṚṢṬA'dan yana. Tabi bu bir yönlendirme olarak algılanmasın. Ya da algılansın arkadaş. Tabi bu Moya bu kadarıyla yetinmeyip üstüne bir Esmerine ve Molasses patlatır. Hepsi de tadından dinlenmez.
Grubun bir diğer süpersonik elemanı şeker mi şeker Sophie Trudeau. Mike Moya'a kadar kurucu yapısı olmasa da kemanının yayını koyduğu yeri kendinden geçiriyor. GY!BE, Set Fire to Flames ve a. silver mt. zion'dan bahsetmiş idik. Tüm bu gruplar ablamızın kemanını doyurmamış olacak ki araya bir Valley of the Giants  sıkıştırmıştırki grupta yok yok. Broken Social Scene, Do Make Say Think, Shalabi Effect gibi kült gruplardan bir post-rock milli takımı oluşturulmuş sanki. Tek albüm çıkardıktan sonra da jübile yapmış grup. Sahalara geri dönerler mi bilinmez, çünkü bu post-rock camiasının ne yapacağı hiç bilinmez.
Sophie ablamızın bir diğer dahil oldugu bir diğer post-rock bayan karması olan The Mile End Ladies String Auxiliary (MELSA) nın bir tek kaydına ulaşabildim. O da yetti zaten.
Tabi bu kadarıyla bitmiyor. Diğer gruplara göre biraz daha arka planda kalan ama kesinlikle göz ardı edilmemesi gereken bir Diebold var. a silver mt. zion dan Ian Ilavsky ile beraber arşivlemeye değer iki adet albüm yayınlamışlardı. Dinlenesi.
Son olarak birde dinlemeye çok fazla fırsatım olmayan Kiss Me Deadly olayı vardır.

Moya abim ve Sophie ablam bu kadar harıl harıl çalışıp üretirken Efrim'in elleri armut toplamıyordu elbette. O daha hayırlı bir işe girişip Constellation Records'u kurarak her biri kendi galaksisini yaratmış gruplara baba ocağı görevi yapmıştır.

Tüm bunları öğrendikten dinledikten ve hatmettikten sonra GY!BE iyi dağılmış diyoruz ister istemez. Pardon düzeltme yapıyorum, iyiki ara vermişler.

Yukarıda da gördüğünüz üzre abilerimiz ve ablalarımız bizlere(!) "see you next winter" demişler. Akabinde All Tomorrow's Parties kapsamında yeniden Voltran'ı oluşturuyorlar. İngiltere'de olupta gitmeyenler çok ayıp ederler söyleyeyim. İlgililere duyurulur.



3 Ekim 2010 Pazar

Music for Idiot(s) - vol.I



Arşiv yapmak zor zanaat. Bir sürü ince noktası var. Kendine belirli bir tür belirleyecek, o türe ait grupları araştıracak, bulunan grupların dallanıp budaklanmasını takip edecek, bu dallanmanın kesişme noktalarını belirleyip kulak verecek, analiz edecek. Eski-yeni, iyi-kötü, orjinal-çakma demeden hepsini bağrına basacaksın. Baktın bazıları çok yüzeysel bir köşeye sıkıştıracaksın, ama asla silmeyi düşünmeyeceksin. Her an begeni kriterlerin değişebilir. İnsan değişken bir hayvandır.
Bu arşiv olayı bir süre sonra eski heyecanını kaybetmeye başlayacak. Herşeyin tıkandığı noktada kendine kalbin kadar temiz bir sayfa açıp bunlara hayat vermen gerekecek. İşte o zaman uzun zamandır yaptığın arşivin esas tadını çıkarmaya başlayacaksın.
İnsan paylaşan bir hayvandır.

Post-Rock; insanın kendine yakışanı dinlemesidir.

01 - Long Distance Calling - Fire in the Mountain
02 - If These Trees Could Talk - What's In The Ground Belongs To You
03 - Exxasens - Your Dreams Are My Dreams
04 - Maybeshewill - I'm In Awe, Amadeus!
05 - Sleepmakeswaves - ItsDarkItsColdItsWinter
06 - CtrlAltDelete - Each of These Innocents on the Street is Engulfed by a Terror of Their Own Ordinariness
07 - Caspian - Some Are White Light,
08 - Daturah - Deep B Flat
09 - We Made God - Gizmo
10 - Collapse under the empire - the taste of last summer

MONO



Akıllara Zarar Müzik Hadiseleri. Vol-1.



"Hayat ne garip. Japonlar falan" der güzel arkadaşlarımdan bir tanesi. Hayat mı garip yoksa Japonlar mı bilemedim.
Havasından mıdır suyundan mıdır nedir? Ufacık boyları çekik gözleriyle nereye el atsalar bir şaheser yaratıyor bu insan görünümlü garip canlı türleri.

Kendilerine Post-Rock grubu demek ne derece doğru olur bilemiyorum. Post-Rocktan öte daha sanatsal. Her parça bir senfoni gibi. Nitekim parçaların içinde barındırdığı orkestral yapıyı dinlerken insanın alt ve üst dudağı aynı anda uçukluyor. (Yeni çıkan " Holy Ground: NYC Live with Wordless Music Orchestra" DVDsini izlerken dudaklarınıza hakim olun. Farkında olmadan onları yiyip bitirebilirsiniz.) Hiç söz kullanmadan yüzlerce sayfa hikayeyi anlatabilen nadir gruplardan birisi.
Sadece albüm parçalarında değil konserde bile tek kelime etmeden çalmaya başlayan ve tek kelime etmeden enstrumanlarını bırakıp sahneyi terkeden bir gruptur. Çünkü sahnenin bir "show" yeri olmadığını, bir tür "icra-i sanat" yeri olduğunu bilen insanlar bunlar. "Ukala"dan çok "mütevazi" insanlar. Bu tavır bana Sonispheredeki Rammstein performansını hatırlatıyor. Ne alaka dimi? İzleyen bilir.

Japonya denildiğinde insanın aklına bi teknoloji, bir de atom bombası geliyor. Mono da haklı bir duygusal milliyetçi tavırla bu faciayı müziklerine öylesine güzel yansıtmışlarki, parçalar sessiz sakin bir şekilde başlayıp ritmi yavaşça yükselttikten sonra, en umulmadık yerde kendi atom bombalarını kulaklarınızın içinden beyninize doğru gönderiyor. (bkz: Yearning - 07:43) İşte o saniyeden sonra tüm bedeniniz kaskatı kesiliyor.
2004 yılında çıkarmış oldukları "Walking Cloud And Deep Red Sky, Flag Fluttered And The Sun Shined" albümlerinin kapanış parçası olan "A Thousand Paper Cranes" parçası, "sadako and the thousand paper cranes" hikayesine ithafen yazılmış. Bu parça bu konuda ne kadar hassas oldukları mesajını veriyor sanırım.






21 Haziran 2004 te RockIstanbul'da sahne almışlardı. Geçen sene çıkardıkları yeni albümleri "Hymn To The Immortal Wind" sonrası çıktıkları turnede şubat ayında Yunanistan'a kadar gelmelerine ve programın Türkiye'de bir konser vermeye uygun olmasına rağmen, aklı başında hiç bir organizatörün bunu farketmemiş olması yüzünden bizleri teğet geçip gitmişlerdi. 2010 dahilinde hiçbi konser vermemiş olmaları içimde 2011 için yeni bir albüm hazırlığı içersinde oldukları düşüncesi doğmasına neden oluyorki bunun gerçekleşmesini tüm Mono severler adına can-ı gönülden diliyorum.






Şu albüm daha iyi, bundan başlayın falan diyemem. İlk çalışmalarından son çalışmalarına kadar tüm albümlerini soluksuz (ki başka şansınız yok) dinledikten sonra hepsinin birbirinden farklı sürprizlere, güzelliklere, etkilere sahip olduğunu göreceksiniz. İlk başlarda takındıkları "noise" tutumu zamanla yumuşama göstermiş biraz daha düz ve yumuşak bir yapıya ulaşmış. Özellikle son albümlerine doğru daha fazla kullanmaya başladıkları orkestral yapının bunda etkisi çok büyük. Bu iyimidir kötümüdür tartışma konusu tabi ancak her ne yaparlarsa yapsınlar bu küçük adamlar insanı büyülemeyi başarıyor.
Son olarak değinmeden edemeyeceğim nokta grubun bassisti "Tamaki". Sahnedeki zerafeti insanı büyülüyor. Kendisine karşı olan beğenim Holy Ground DVDlerini izledikten sonra daha çok arttı ve artmaya devam ediyor.

---edit--- 


Mono dinlemeye yeni başlayacaklar için küçük bir tavsiye. Bu gruba sakın ola son albümlerinden başlamaya kalkmayın. Çünkü son albümlerinin büyüsüne kapıldıktan sonra hem diğer albümlerde yatan hazineleri keşfedemezsiniz, hem de Mono'nun müzikal gelişimini izlemekten mahrum kalırsınız.
Benden söylemesi.

The World is a Deaf Machine